Kapitalizm Gezegeni Çürütüyor: İklim Krizi

Kapitalizm Gezegeni Çürütüyor: İklim Krizi

Bu yazı, YOL Dergisi 9. sayısında yayınlanmıştır.

Ülkemizdeki ekolojik canlılığın ve doğrudan halkın evini, canını, birikimini kaybettiği felaketlerin ardında hem ekolojik kriz hem de iktidarın rantçı politikaları yatıyor. Üstelik yangınların önlenemeyip gitgide daha fazla artmasının doğrudan sebebi de ülkede tüm kurumlar üzerine çökmüş yandaş ve rantçı kadrolar.

Pandemi ile çalkalanan dünyada, küresel bir diğer problem de gezegenin beklenenin üzerinde ısınması oldu. Uzmanların, yıllık 1-1,5 santigrat derecenin üzerinde ısınmasının dünyayı hızla felakete götüreceği konusundaki uyarıları, bu yıl kaydedilen rekor seviyedeki sıcaklıklar ve bu sıcaklıklar sebebiyle hem dünyada hem de ülkemizde yaşanan olaylarla doğrulanmış oldu. 

Dünyanın yıllık ısısındaki artışın temelinde ise kontrolsüz karbon salınımı yatıyor. Bu kısmın altını çizmek önemli. Çünkü dünyanın şu an karşı karşıya olduğu iklim krizinin temelinde kader ile tarif edilebilecek bir neden yatmıyor. Tersine senelerdir uyarılan, durdurulması için çözüm önerileri sunulan bir krizle karşı karşıyayız. Tüm bu uyarılar ve çözüm önerilerindeki sorunlara da yazının geri kalanında değineceğiz.

Karbon salınımı sorunu, sadece fabrika bacalarıyla, deodorant ya da arabalarla açıklanabilecek bir sorun değil. Bu, sanayiden imalata büyük tekellerin planlamalarını öncelikli olarak gezegenin en azından sürekliliğini değil, kendi kârlarını öncelemesinden kaynaklı karşı karşıya kaldığımız bir sorun. Devletlerin de ekolojik planlamalara yönelik politikalarını bu tekellerin yanında pozisyon alarak geliştirmesi, bu krizi kaçınılmaz kılıyor. 

İklim krizinin altında yatan temel sorun, tüm gezegenin, sermaye sahiplerinin kârı için tüketilebilir bir meta olarak görülmesi. Dolayısıyla, liberallerin endişe ettiği gibi kriz, ekolojik devamlılık açısından bir plansızlıktan değil, tercih edilmiş bir plandan kaynaklanıyor. Fakat bu plan, insanlığın ortak geleceğini kapsamıyor. Bu görüş farkının somut karşılığı ise ekolojiye yönelik tartışmaların yönsüz şekilde ilerlemesiyle sonuçlanıyor. İnsanlara deodorant kullanmamak, araba yerine bisiklet sürmek, geri dönüşümde bulunmak gibi tavsiyeler verilirken, gezegenin yıllık karbon salınımının önemli bir kısmında söz sahibi olan dünyanın en zengin insanının, kendi keyfi için uzaya çıkarak bu salınımı katlaması ise tartışma konusu edilmiyor. Edilse bile bir sermaye sahibiyle bir emekçinin ne karbon salınımı ne de çevreye zarar konusunda sorumlulukları eşitlenebilir.

Kamuoyundaki en büyük baskı ise devletlerin uluslararası anlaşmalara uygun davranması yönünde. Paris Anlaşması bunların başında geliyor. Türkiye’nin uymadığı, herhangi bir şekilde atıfta dahi bulunmadığı anlaşmaya, Biden hükümeti ilk günü dönme sözü verdi. Fakat emperyalist kapitalist sistemin tepesindeki ülkenin bu anlaşmaya uyacağını ilan etmesi, sadece göstermelik şekilde ekolojiye önem verdikleri pozu kesebilmelerine yarıyor. Çünkü ABD’nin içerideki üretiminde bu anlaşmaya uygun önlemler alması, zaten fabrika ve atölyelerinin, üretimlerinin büyük çoğunluğu yurt dışında olan ABD’li şirketler için bir şey ifade etmiyor. Ekolojik krizin yükünü en çok gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler çekiyor.

Dünyanın tüm üretimini karşılayan küresel güney, hem kapitalizmin sınır ötesi sömürüsü ile hem de ekolojik krizin en ağır şartlarıyla karşı karşıya kalıyor. Çevre felaketleri, ormansızlaştırma, ülkemizden tanıdık olduğumuz birçok ekolojik yıkım, bu emperyalist bağımlılık ilişkilerinin bir sonucu. Eşitsiz gelişim, sadece ekonomik ilerlemede değil, ekolojinin sürdürülebilirliği açısından da dünyanın yükünü güneye yüklüyor.

Bu yıl yaşanan ısınmanın doğrudan sonucunu, dünyanın her yerinde orman yangınları ve sel felaketleriyle gördük. Kanada’da, ABD’de, Almanya’da, ekolojik felaketler önü alınamayan düzeylere geldi. Gezegenin doğrudan neoliberal, sınırsız, denetimsiz bir ekonomi ile getirildiği yer burası. 2000’lerin başında kutlanan küreselleşme politikalarının, sözde siyaseti ekonomi politikalarından geri çekme hamlelerinin asıl sonucu, toplumun ekonomi konusunda inisiyatifini sıfıra indirerek, sınırsız bir felaketler çağını açması oldu. 

Türkiye’de bugün mislini yaşadığımız sürecin de arka planı tüm bunlardan bağımsız değil. Ülkenin tüm ormanlık alanları günlerdir yanarken, sebebi tek bir soruna indirgemek yerine, bir ideolojik tutumu ortaya koymamız gerekir. Gezegenin ısınması, bu yıl Türkiye’de de kaydedilmiş en yüksek sıcaklıkları gösterdi. Orman yangınlarının arkasında yatan sebeplerden en önemlisi bu. Fakat bunun yanında ülkemizde şehir planlamasının da iktidarın rant ve günü kurtarma politikaları ile şekillenmesi, yeşil alanların muhafazasını zaten zor bir hale getirmişti. Tüm bunların yanında artık mevsimlik haline gelen, arazi açma amaçlı bilinçli yangınların özellikle kıyı şeritlerindeki yoğunluğu da bugün bu yangınları bu kadar büyük noktaya getirdi. 

Dolayısıyla hem ülkemizdeki ekolojik canlılığın, hem doğrudan halkın evini, canını, birikimini kaybettiği bu felaketin ardında hem ekolojik kriz hem de iktidarın rantçı politikaları yatıyor. Üstelik bu yangınların önlenemeyip gitgide daha fazla artmasının doğrudan sebebi de ülkede tüm kurumlar üzerine çökmüş yandaş ve rantçı kadrolar.

Bu yangınların zararını bölge halkı ve gelecek nesillerimiz çok daha ağır hissedecek. İnsanların doğrudan gündelik yaşamlarını yok eden bu felaketler, geleceğe yönelik çok daha kötü senaryoları gündeme getiriyor. Her ne kadar toplumsal dayanışmayı öncelikli kılmak tüm bu felaketlerde birincil mücadele yöntemi olsa da bu kadar büyük ölçekli felaketler yine aynı ölçekte politikaları mecbur kılıyor.

Ekolojik Mücadele

Ekolojik sosyalizm tartışmaları tam da bu sebeple önem taşıyor. Ekolojinin, sadece solun kendi mevzisini geliştirebileceği bir alan olarak görülüp, yukarıdan yaklaşılması ya da liberal ideolojik zemin üzerinde var olan STK anlayışına dokunmadan tekrar üretilmesi gibi anlayışların ne sosyalizme ne de ekolojiye yararı var. Bugün emperyalist kapitalist sisteme alternatif üretebilmek, ekolojik krizin çözülmesi için en gerçekçi yol. Bugün gezegen çapında yaşanan yıkımın, önü alınamayan felaketler zincirinin sonu, göstermelik düzenlemelerle gelmeyecek. Gezegendeki canlı yaşamının tamamı, neoliberal kapitalizmin yol açtığı ekolojik çığın tehdidi altında. Bu sorun, bireysel kaçışlarla ya da kişisel tasarruflarla da sonuçlardan kaçılabilecek alanlar yaratmayacak. Öte yandan ekolojik kriz büyüdükçe, gıda ve temiz suya ulaşma konusunda yaşanan krizler de büyümeye devam ediyor. Bu sorunu da şu an için en sıcak şekilde yaşayanlar yine gezegenin en yoksul bölgeleri. İklim ve gıda göçlerinin başladığı da düşünülürse, doğrudan yangın, sel gibi felaketlerin olmadığı durumlarda da kıtlık, temiz suya ulaşamama, gıda üretim ve dağıtımı konusundaki problemler, yarın yeni göç dalgalarıyla daha da kontrol edilemez sonuçlara yol açacak.

Dolayısıyla hem insanlığın hem de tüm gezegenin yaşamının sürdürülebilmesi, sosyalist bir mücadele ve planlamayla mümkün. Ülkemizin sermayenin sınırsız bir yağma alanına dönüştürülmesine karşı yıllardır pek çok yerde halkın verdiği doğa ve yaşam mücadelesi de kuşkusuz çok önemli deneyimler biriktirdi. Ancak bu deneyimler kısa dönemli ve lokal bir mücadele olarak kaldığı ve politik bir mücadelenin parçası olmadığı için saldırının topyekun püskürtülmesi sağlanamadı. Önümüzdeki mücadele dönemi bu birikimlerle birlikte zaafların da aşılmasını zorunlu kılan bir dönem olacak.

Yanıtla