SOL Parti Enerji Çalışma Grubu Üyesi Mahir Ulutaş; küresel enerji krizinin nedenlerini, Türkiye’nin büyüyen enerji krizini ve çözüm yollarını SOL Siyaset için değerlendirdi.
Dünya çapında yaşanan enerji krizi bütün hızıyla devam ederken bu krizden en çok etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Yıllarca yanlış ve yıkıcı politikalarla yönetilemez hale getirilmiş olan enerji alanı, ekonomisi, ekolojisi ve siyasetiyle bir bütün olarak çöküşe geçen ülkemiz için kışın yaklaşmasıyla beraber yıkıcı sonuçları zaman içinde görülecek olan öncelikli bir sorun alanına dönüşmüş durumda.
Bu yazıda çeşitli alt başlıklarla, global enerji krizinin oluşum dinamiklerine değinildikten sonra, Türkiye’nin enerji alanındaki yapısal kısıtları nedeniyle krizden en çok etkilenecek ülkelerin başında olduğu gerçeği ortaya konulacak ve halkçı bir çıkışın satır başları netleştirilmeye çalışılacaktır.
1) Küresel Enerji Krizinin Nedenleri
Yaz başından bu yana önce doğalgaz ardından kömür ve nihayetinde petrolde yaşanan astronomik fiyat artışları ve arz krizi dünyanın hemen her bölgesinde öncelikli gündem olmaya devam ediyor. Yaşanmakta olan küresel enerji krizini analiz eden derinlikli çalışmalarda (1) nedenler üzerinde belirli bir ortaklaşmanın olduğu görülüyor. Maddeler halinde sıralamak gerekirse;
a) Pandemi nedeniyle 2020 yılında daralan üretim, 2021 yılında eski seviyelerinin de üzerine çıktı. IMF’ye göre 2021 yılında gelişmekte olan ülkelerde daha fazla olmak üzere küresel üretim 2020’deki daralmayı karşılayacak ve hatta aşacak düzeye gelme eğiliminde. (Grafik-1)

Bu da doğal olarak tüm enerji kaynaklarına talebi yükselten nedenler arasında. Diğer yandan küresel olarak geçtiğimiz kışın soğuk geçmesi ve evden çalışmanın artması da hanelerin kullandığı doğalgaz miktarını artırdı ve örneğin Avrupa’da gazın depolardaki oranı %30 gibi kaygı verici seviyelere kadar geriledi. Dolayısıyla küresel talep tarafında ciddi bir artış eğilimi var.
b) İlk kalemle bağlantılı bir şekilde bu küresel üretim talebi dünya ekonomisinin yapısından kaynaklı olarak Çin başta olmak üzere Hindistan, Brezilya gibi dünyanın üretim merkezlerinde daha da fazla bir talep ihtiyacını koşulladı. Diğer yandan aynı zamanda muson iklim kuşağında yer alan bu ülkeler kuraklık/sel döngüsü içerisinde görece aşırı iklim etkilerine maruz kaldıkları bir dönemi yaşadılar. (Şekil-1 ve Grafik 2)


Yani bir bölgede kuraklık şeklinde tezahür eden döngü diğer bir bölgede aşırı yağış ve sel şeklinde kendini gösterebiliyor. Örneğin Çin ve Brezilya’da yaşanan kuraklık hidroelektrik üretimini sekteye uğratırken , Hindistan’da arka arkaya yaşanan seller iptidai koşullarda çalışan kömür madenlerinin uzun bir süre sel baskınlarıyla boğuşmasına neden oldu. Küresel iklim değişikliğinin de aşırı ilkim koşullarını artıran etkisi, dünyanın üretim merkezleri olan bu kritik kuşağın kendi iç kaynakları üzerinde olumsuz bir etki yarattı.
c) Diğer yandan Dünya’daki kömür üretiminin ve tüketiminin yarısını gerçekleştiren Çin’in, iklim değişikliği eksenli iç üretime koymuş olduğu kotalar, ardı ardına yaşanan maden kazaları ile boğuşmak zorunda kalması ve kademeli bir şekilde kömürden çıkış politikasının yerel bürokrasi içinde “kraldan çok kralcı” eğilimleri yaratması nedeniyle kömür üretiminde yaşadığı darboğaz, Çin’i sıvılaştırılmış doğalgaz(LNG) ve kömür ithalatını artırmak zorunda bıraktı.
d) Avrupa’nın ana doğalgaz tedarikçisi olan Rusya ile ilişkisinin grift ve çok boyutlu yapısı da krizi bütüyen ana etkenlerden biri oldu. AB ülkeleri bir yandan doğalgaz depolarının soğuk geçen kış nedeniyle boşalmasına zamanında aksiyon alamamışken, diğer yandan Rusya-Avrupa arasındaki doğalgaz transferini çeşitlendirecek alternatif güzergahlar ve projeler, ABD’nin de dahil olduğu jeo-politik kavganın içerisinde “iki ileri bir geri” şeklinde ilerliyor. Talebin ani arttığı bir dönemde arz bunu karşılayamadığı için de günlük haberlere yansıyan emperyalist merkezlerde dahi yaşanan elektrik kesintileri (ve dahası gıda tedariği krizi) görüntüleri yaşanıyor.
e) Son olarak krizi büyüten ana nedenlerden biri ise küresel enerji ağının oligopolleşmiş bir piyasa ve borsa yapısı içerisinde yapılanmış olmasıdır. Her ne kadar talep artmış ve zaman zaman arz belli bölgelerde bunu karşılamakta zorlanıyor olsa da doğalgaz, kömür ve petrol fiyatlarında yaşanan astronomik artışın rasyonel ekonomik bir temeli yok.
Buhar kömürünün tonunun bir yılda 50$’dan 270$’a çıkması, Brent petrolün fiyatının bir yıldan az süre içinde ton başına 50$’dan 85$’a çıkması, LNG fiyatının spot piyasada 5-10 katına çıkması, krizin boyutunu büyüten ana etkenlerden birisi haline geldi.
Dahası, elektrik fiyatlarında Avrupa’da ortalama 2,5 kata varan, İngiltere gibi kimi örneklerde ise 10 kat gibi inanılmaz ve dayanılmaz noktalara varan artışlar yaşandı. Elektrik fiyatlarındaki bu artışlar hiç kuşkusuz, önümüzdeki dönemde, gıda fiyatları ve tedariği başta olmak üzere tüm endüstriyel üretimde, kapitalizm için bir birikim rejiminden diğerine geçişi imleyen 1970’lerin petrol krizi ile karşılaştırılabilecek küresel şok dalgaları yaratacak.
2) Türkiye’nin Yaklaşan Çöküşü
Yazının başında ifade edildiği gibi, Türkiye gerek enerji alanındaki yapısal kısıtları, gerek yanlış politikalar nedeniyle yönetilemez hale gelen enerji alanı, gerekse bir bütün olarak genele yayılan ekonomi-politik krizi nedeniyle bu global türbülans içerisinde deyim yerindeyse “negatif ayrışacak” ve krizi en derinden yaşayan ve yaşayacak ülkelerin başında geliyor.
Bu kısımda, başlı başına ayrı ve derin bir konu olduğu için genel ekonomi-politik kriz değerlendirilmesi yapılmadan ancak onun, döviz fiyatlarındaki inanılmaz artış gibi, krizi büyüten/büyütecek olan etkisini unutmadan, yine maddeler halinde bir durum tespiti yapılmaya çalışılacaktır.
a) Türkiye enerjide büyük oranda fosil yakıtlara dayalı kaynaklara ve dolayısıyla dışa bağımlı bir ülkedir. Aşağıda görüldüğü üzere(Grafik-3) fosil yakıtların payı %83,5 civarındadır. İthal-yerli dengesi de %69 ithal- %31 yerli olacak şekilde sürdürülemez bir noktaya gelmiştir.

Dahası dışa bağımlılık yıllar içerisinde artmış ve 1990’larda %51,6 olan oran, 2002’de 67,2’ye, 2018’de ise %72,4’e çıkmıştır.
b) Kamu elektrik üretim tesislerinin büyük bölümü özelleştirilmiş ve elektrik üretiminde kamunun payı 2018’de %15, 2019’da ise %19,5 olmuştur. Yükselen enerji alım maliyetleri karşısında kimi özel elektrik üretim şirketleri üretim yapmadıkları için 2021 yılı için bu oran % 21,76’ya çıkmıştır. Elektrik dağıtımı ve satışı tamamen özel şirketler aracılığıyla yapılmaktadır.
Birkaç büyük özel sermaye grubu, elektrik üretiminin yanı sıra dağıtımını da kontrol etmektedir.
c) Elektrik dağıtım şirketleri ve santral özelleştirilmeleri ile alım garantili elektrik üretim tesislerinin ihalelerinde sürekli tercih edilen az sayıdaki bazı özel sermaye grupları, kamudan en çok iş alan şirketler sıralamasında dünyada ilk sıralarda yer almaktadır.
Toplum yararını dikkat almayan, kamusal planlamayı, denetimi ve kamusal üretimi reddeden veya işlevsizleştiren, kamu kaynaklarını özel şirketlere aktarmaya ve belirli sermaye gruplarının çıkarlarını azamileştirmeye yönelen enerji politika, karar ve uygulamaları ile sadece elektrik enerjisi alanında 2018’de yaklaşık 32 milyar TL, 2019’da 40 milyar TL özel şirketlere transfer edilmiştir.
d) Genelde enerji, özelde elektrik enerjisi alanındaki özelleştirmeler ve plansız uygulamalar sonucu ülkede arz fazlası oluşmuştur ancak merkezi bir plandan yoksun oluş nedeniyle bu eğilim artmaya devam etmektedir. (Grafik-4)

e) Türkiye’nin elektrik üretiminde fosil yakıtlara ve doğalgaza bağlılığı son yıllarda kaynak çeşitlendirmesi adı altında ithal kömürün devreye girmesiyle devam etmektedir. (Grafik-5)

f) Türkiye elektrik ve doğalgaz fiyatlarında, hükümetin fiyat baskılama politikalarına rağmen enflasyonun %55-60 üzerinde artış yaşayan, geçtiğimiz yıl 5 milyon kişinin faturalarını ödeyemediği için enerji kesintisi yaşadığı enerji yoksulluğunun ciddi bir sorun olduğu bir ülkedir. Ülke nüfusunun %60’ının asgari ücretin altında ücret aldığı ülkede, asgari ücretin ortalama %15-16’sı hane halkının elektrik ve doğalgaz faturalarına gitmektedir.
Özetle; Türkiye enerji alanında dışa bağımlı, fosil yakıtlara dayalı kirli bir üretim modeline, özel sektörün kar hırsının ve günlük çıkarlarının etkisi altında, pahalı, yönetilemeyen ve son seviyede kırılgan bir yapıya sahip.
Sadece son dönemde yaşananların hatırlanması bile alanın durumu hakkında fikir verici olacak. Doların 9TL’nin üstüne çıktığı bir dönemde Gazprom doğalgaz fiyatını artırarak 100metreküp başına 295-330 dolar bandına çıkardı. Sanayi için doğalgazın fiyatının %48 artması zaman içinde hem hane kullanımı için de artacağının göstergesi ve dahası emtia fiyatlarının ve enflasyonun daha da artacağının göstergesi. Son yıllarda doğalgazdan elektrik üretimi yapan santrallerin birer birer kapandığı ve elektrik üretiminin içinde ithal kömürün payının arttığı bir gerçekken, bu fiyat artışı, global düzeyde kömür fiyatlarının 2,5 kata varan artışıyla elektrik fiyatlarının kontrolsüz bir şekilde artacağı, doğalgazdan kaçışın yanında ithal kömürden kaçısın da başlamasıyla bir yanda atıl kapasite varken diğer yanda arz açığının ve yaygın elektrik kesintilerinin yaşanacağı bir dönemin yaklaşmakta olduğunu gösteriyor. Kamunun elektrik üretimindeki payının %20 civarında olduğu ve yatırım yapmasının önünde yasal veya fiili engellerin bulunduğu, elektrik fiyatlarının borsada belirlendiği ve bunun özel üretim santralleri için ciddi bir tehdit gücü oluşturduğu düşünülürse yakın geleceğin çok parlak olmayacağı açık.
3) Türkiye’nin Tek Seçeneği Demokratik Bir Enerji Programıdır
İtiraf etmemiz gerekir ki bu çöküşten çıkış kolay değil. Sol-halkçı kesimlerin ülke siyasetindeki sınırlı gücü bir yana, demokratik halkçı dönüşüm gerçekleşse dahi, büyük bir ihtimalle çöküş sonrası bir tabloda uzun yıllara yayılacak, halkın güncel ihtiyaçları ve sermaye sınıfının karşı saldırılarını boşa düşürecek pragmatik adımların atılmasının yanında enerji yönetiminin genel teknik ilkelerini gözeten bir geçiş programı zorunlu olacaktır.
Ayakları yere basan bir geçiş programı, yukarıda ifade edildiği gibi, hızı ve ölçeği kesintisiz enerji tedarikinin teknik ilkelerine ve sınıflar mücadelesinin güçler dengesine bağlı olduğu için detaylı ve büyük oranda pratiğin içinde şekillenecek olmakla birlikte yine de bir takım genel ilkeler belirlenebilir durumdadır.
Bu çerçevede SOL Parti Enerji Çalışma Grubu’nun Kasım 2020 tarihinde yayımladığı “Enerji Sorunu, Paylaşım Kavgası ve Demokratik Enerji Programı”nın (2) sonuç bölümü tartışmanın derinleştirilebilmesi için verimli bir çerçeve sunmaktadır:
i) Tüm özelleştirmeler durdurulmalı, kamunun bu alana yatırım yapmasını engelleyen yasal veya fiili engeller ortadan kaldırılmalıdır.
ii) Gerek elektrik gerekse petrol ve doğalgaz alanlarında dikey entegre bir kamu tekeli tekrar kurulmalı, kamu mülkiyetindeki bu tür kuruluşların; çalışanlarının yönetim ve denetimde söz ve karar sahibi olduğu, liyakati esas alan nitelikli yönetimlere sahip olmaları; kayıt, hesap ve işlemlerinin erişilebilir ve şeffaf olmaları sağlanmalıdır. Kamu mülkiyetindeki kuruluşların bağımsız ve özerk olmaları, bu kuruluşların istihdam sağlama ve kaynak kullanma açısından o günkü siyasi iktidarın günübirlik politikalarından uzak olmaları sağlanmalıdır.
iii) Kâr odaklı üretimi değil, yeterince kârlı olmadığı durumlarda bile üretimi sürdürerek toplumun enerji ihtiyacını güvenli biçimde karşılama amacını gözeten bir yatırım programıyla, özellikle geri kalmış bölgelerde doğrudan ve dolaylı istihdam olanaklarının artmasına imkân sağlanmalı, enerji üretimine yönelik ithal girdi miktarını azaltarak, hem dışa bağımlığı, hem de dış ticaret açığının en büyük nedeni olarak gösterilen enerji girdileri ithalatı faturasını azaltma yönünde sistemli bir çalışma başlatılmalıdır.
iv) Enerji ihtiyacını, yeni enerji tesisleri kurulması ve bu tesislerde üretilecek yeni enerji arzıyla karşılamaya çalışan, plansız ve özel sermaye çıkarlarını gözeten, dışa bağımlılığı artıran hatalı politikalara son verilerek, iletim ve dağıtımdaki kayıpları düşürmeyi ve nihai sektörlerde yer yer % 50’nin üzerine çıkabilen enerji tasarrufu imkânlarının değerlendirilmesi temel alınmalıdır.
v) “Acele kamulaştırma” denilen ancak gerçek kamu yararından uzak, sermayenin enerji yatırımları için yurttaşların oturdukları evlerden, topraklarından, çevrelerinden koparılmasına, sürgün edilmesine dayanak olarak kullanılan ve temel insan haklarına aykırı olan bu düzenleme ve uygulama derhal sona erdirilmelidir.
vi) Doğal çevreyi ve toplumsal yaşamı olumsuz etkilediği saptanan tüm santralların (termik, jeotermal, hidrolik, biyokütle vb. kaynaklılar dâhil) faaliyetleri durdurulmalıdır. Üretim yöntemi ne denli çevre dostu olursa olsun üretim ihtiyacı gerekçesiyle, santral çevresinde yaşayan insanların istekleri dışında yaşamsal haklarının sınırlanmasına, verimli tarımsal arazilerini sınırsız biçimde işgal etmeye, akarsu yataklarının güzergâhlarını değiştirmeye, ve çok sayıda ağacı kesmeye derhal son verilmelidir.
vii) Yerli taş kömürü, linyit, asfaltit vb. her tür kömüre dayalı yeni santral projelerine mutlak toplum yararı yoksa izin verilmemelidir. Mevcut ve yatırımı süren kömür yakıtlı santralların, JES’lerin, yasal hilelerle çevreyi kirletmelerine son verilmelidir.
viii) Yeni yapılan binalarda, görüntü kirliliği yaratmayacak bir şekilde güneş ısı sistemleri zorunlu hale getirilmeli, teknik gerekliliklerin sağlanması kaydıyla bu sistemlerin eski yapılarda da uygulanması özendirilmelidir. Toplu konutlar ve yapı adaları güneş enerjili ve ekolojik olarak tasarlanmalı ve bu uygulama tüm toplu konutlar ve kooperatifler için zorunlu hale getirilmelidir.
ix) Enerji ekipmanlarının yerli üretimine ağırlık verilerek, istihdamın ve enerji ekipmanlarının ithalat faturasını azaltma hedeflenmelidir.
x) Sayıları her gün çoğalan enerji yoksunlarına kömür dağıtmak yerine, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacak kadar su, elektrik, doğal gazın ücretsiz temin edilmesi sağlanmalıdır.
xi) Sanayileşme strateji ve politikalarında, yoğun enerji tüketen, eski teknolojili, çevre kirliliği yaratabilen sanayi sektörleri (çimento, seramik, ark ocak esaslı demir-çelik, tekstil vb.) yerine enerji tüketimi düşük, ithalata değil yerli üretime dayalı, ileri teknolojili sanayi dallarının örneğin elektronik, bilgisayar donanım ve yazılımı, robotik, aviyonik, lazer, telekomünikasyon, gen mühendisliği, nano-teknoloji vb. sektör ve alanlara öncelik verilmesi sağlanmalıdır.
xii) Enerji politikalarında ciddi ve radikal bir değişikliğe hızla gidilmeli, elektrik üretiminde fosil yakıtların payı düşürülmeli; yenilenebilir enerji kaynaklarının payını ciddi oranda artırmaya yönelik politikalar, kamusal planlama anlayışı ile toplum çıkarlarını gözeterek ivedilikle uygulanmalıdır. Enerji üretim tesislerinin kamusal bir planlama anlayışı içinde, esas olarak rüzgâr, güneş vb. yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı ve toplum çıkarlarını gözetir biçimde kurulması sağlanmalıdır. ”