YÖN
Sen bana bakma
Ben senin baktığın yönde olurum.
Özdemir Asaf
Sabahları kuş seslerini dinliyor musunuz? Ne kadar çeşitlidirler; seri bir şekilde şakıyanlar, kalın sesler çıkaranlar, telaşla ötenler… Onlarla iç içe geçen binbir çeşit böcek, kedi, köpek sesi… Birbirini tamamlayan o sesler tam bir uyum içindedir. Her sabah, dinledikçe canlanır, yaşama sevinci duyarsınız.
Aslında bütün bu canlılar, o sesleri insanlar dinlesin, huzur bulsun diye çıkarmıyorlar. Beslenme uğraşlarının, çiftleşme çabalarının, yuva yapma hazırlıklarının sesleridir onlar. O canlılık, hayatta kalmak ve türünün devamlılığını sağlamak içindir. Dünyanın en güzel sesleri, hayat mücadelesi içinde üretilmektedir.
Aynı şekilde, erkenden sokağa çıkıp yollara düşen insanların yüzlerine bakıyor musunuz? Yeni bir güne başlamanın umudunu, tazeliğini, iyimserliğini bulabilirsiniz o bakışlarda? Bir esnaf, canlı ve biraz da gürültülü şekilde dükkanının kepengini açar. Bir öğrenci, sırtında dünyadan ağır çantasıyla okuluna yürür. Bir fabrikanın servis aracı, homurtuyla durağa yanaşır. Sonra da iş arayanlar sökün eder.
Çoluk çocuğun beslenmesi, büyütülmesi, okutulması gerekiyordur. Tedavi edilecek hastası olan da vardır, sevdiğine kavuşmak için çırpınan da. Kimi de hayatın yeni bilgilerinin peşindedir. Makinalar çalışır, insanlar koşuşturur, tarlalar sürülür. Haberler dinlenir, kitaplar okunur, sohbetler edilir. Ne güzeldir o sesler! İnsanların sesleri… Dünyanın en güzel sesleri, hayat mücadelesi içinde üretilir.
Ama gün ilerledikçe bozuk sesler daha belirgin hale gelebilir. Hayat mücadelesinde yapılan hileler, güzelim bir şarkıdaki akordu bozuk çalgı gibi tırmalar kulakları. Yalanlar ortalığa saçılır, sömürüye kılıflar hazırlanır.
İşsizler, işsizliği bir suç gibi görmeyi öğrenir. Yoksullar yoksulluğu kendi hataları olarak benimser. Ne geleneklerinin ne de içinde yer aldıkları sınıfın değerlerini içselleştirirler. Lumpenliği yükseltirler. Onlara ulaşmaya çalışan sesler boğulur, medyanın cazgırlığı kaplar doğayı. Sevgiye bile yozluk bulaşır. Karanlık bastırır, gece olur, öfke büyür.
Edebiyatın işi, bu sesleri iletmek, bu seslerin gerçekliğini yeniden yaratmaktır. Daha doğrusu, bizim edebiyatımızın işi budur. Çünkü, yazarın dünya görüşünden bağımsız bir edebiyat anlayışı olamaz. Nasıl ki halka zararlı düşünceler, politikalar, haberciler varsa, hiçbir edebiyat yapıtı da toplumun tamamı için faydalı veya zararlı olamaz. Bizim için, hayat mücadelesinin seslerini biçimlendirerek okura ulaştıran bütün yapıtlar güzeldir. Ustamız Yaşar Kemal’in dediği gibi, gerçeğin dili güzeldir. Evet, gerçekler her zaman güzel olmayabilir, ama gerçeğin dili bize her zaman güzeldir. Kuş sesleri gibidir. Mücadele güzeldir. Gerçekler devrimcidir. Hayatın en temel gerçekliğidir, devrim.
Sabahları sokağa çıktığımızda, insanların yüzlerine bu açıdan da bakarız biz. Koşulların düşünceleri ve kişilikleri olduğu kadar, insanın görünüşünü de etkilediğini fark ederiz. Yaşananlar cilde, saçlara, iskelet yapısına, hatta iç organlara yansır. “Sıkıntıdan” derler bazen. Yüzlerdeki çizgiler, bakışların ifadesi, bir durakta bekleyen omuzları çökük kişinin endamı…
Geçim derdi, güvence arayışı, onay görme isteğiyle geçen yıllar, insanı şekillendirir. Bir tatlı dil, sıcak bir gülümseme, içten bir selam peşinde hikayeler birikir. Şarkılar, filmler, kitaplar üretilir. Her yapıtın bir eli vardır, hayata uzanır. Bazen bilerek, bazen bilmeyerek.
Söylenen her sözün, hayata bir müdahale olduğu bilinciyle yazarız. Bunun için düşünürüz, okuruz. Bu nedenle insanlardan bize bakmasını beklemeden, onların baktığı yönde olmaya çalışırız. Anlaşılmaktan çok anlamak derdine düşeriz. Her yapıtta yeniden başlarız. Umutla yürürüz. Sabahları duyduğumuz o kuş seslerini size iletmek isteriz. Hayat mücadelesinin seslerini. Kuşların cıvıltısı, satır aralarındaki hüzünle, öfkeyle birlikte size ulaşsın diye. Bir de sevgiyle birlikte. En çok da umut olsun isteriz satır aralarında.
Bir gün çalışmalarımız incelendiğinde, insanların yüzüne bakabilmek için yazarız.
Yanıtla
Sen Giriş yapıldı Yorum yapmak için .