SOLUN YOLU

Anasayfa YOL Dergi SOLUN YOLU
Sol

Altı ay kadar önce Çin’de ortaya çıkan bir virüs kısa süre içinde bütün dünyaya yayılarak insanlığı büyük bir felakete sürüklüyor; ve kapitalist sistemlerin bütün insani değerlere yabancılaşmış halini bir kere daha gözler önüne sererek derinden sarsmaya devam ediyor.

İktidarın herhalde ekonomik krize çare bulmak için bir tür pazarlık silahı olarak Yunanistan sınırına yığdığı göçmenlerle, Suriye ve Libya gibi meselelerle uğraştığı bir sırada salgına yakalandığında Türkiye zaten ciddi bir ekonomik krizinin içindeydi. Bu yüzden krizin daha da derinleşmesi kaçınılmaz hale geldi. Hazinenin bütün kaynakları o zamana kadar tüketmiş olan iktidar halkın artan pahalılık, yoksulluk ve işsizlik başta olmak üzere temel sorunları konusunda hiç bir çözüm getiremedi; bu yüzden  salgın boyunca ekonomik ve siyasi açmazlarını kutuplaştırma politikası ile örtmeye çalıştı. Bu dönem boyunca CHP’yi merkeze alan bir kutuplaşma siyaseti, özellikle din ekseninde köpürtülmeye çalışıldı.  AKP içinden kopan parçaların da etkisiyle kendi tabanındaki kopuş eğilimlerini bastırmak üzere bir gün darbe tartışmaları ile, bir gün cami provokasyonu ile günü kurtarmaya çalıştı. 

Gelinen aşamada nasıl bir gelişme göstereceği henüz bilinemeyen salgının yarattığı ve yaratmaya devam edeceği görülen ekonomik ve sosyal sorunların ağırlığı dikkate alındığında önümüzde ülkenin geleceği ve emekçi halkın yaşam koşulları açısından olduğu kadar iktidar açısından da zorluklarla dolu bir dönem yaşanacağı ne kadar açıksa, muhalefet güçlerinin de -bir kere daha – çok önemli ve zor görev ve sorumluluklarla karşı karşıya kalacağı da o kadar açıktır.

SORUNLAR VE OLASILIKLAR

İktidar blokunun bu gün karşı karşıya olduğu mesele, ne pandemi, ne ülkenin ve halkın derdi değil, sürdürülmesi giderek imkansız hale gelen rejimin, yani kendi iktidarlarının bekası meselesidir. 

Çıkar bağlarıyla bağlı belirli bir kesim dışında halkın büyük bir çoğunluğunun desteğini kaybettiler ve iktidarlarını sürdürebilmek için ırkçı faşist unsurların yörüngesine girdiler.  

Bu gibi durumlar karşısındaki egemen sınıfların faşizan  siyaset anlayışları bakımından başvurulan yol ve yöntemler bellidir: Gerilim, baskı ve şiddete başvurarak korku yaratmak, mümkünse savaş çıkarmak…

Şimdi salgın koşullarında, halkın can derdine düştüğü, açlık yoksulluk ve işsizlikle boğuştuğu bir ortamda, ülkemizdeki iktidar sahiplerinin  tavrı da bundan ibarettir. 

Her türden muhalefet eğilimine karşı baskı ve gerginliği arttıran, ‘camide müzik’ vakası veya darbecilik gibi manasız tartışmalarla muhalefeti oyalarken toplumsal kutuplaşmaları körüklemenin, ölüm tehditlerine varan saldırıların başka bir manası yoktur. 

Bu saldırıların amacının muhalefeti sindirmek, muhalefet blokunu bölmek ve kendi tabanının da çözülmesini önlemekten ibaret olduğu herkes tarafından görülüyor ve söyleniyor. 

İşi ‘silah göstermelere’ dökenler, mahalle bekçilerine silah kullanma yetkisi vererek bir şeyleri çözebileceklerini sananlar aslında bir yandan kendi korkularını ele verirken, tarihten hiç ders almadıklarını da gösteriyorlar; daha dün gibi Balkanlarda, şimdi gözlerinin önündeki orta doğuda yaşananlara bakarak, o silahların dönüp bir gün kendileri dahil herkesi vurabileceğini göremiyorlar.   

İktidar çevrelerinin uzun vadede hiç bir başarı şansı olmadığı bilinen,  ne kendilerinin ne de ülkenin hayrına olmayacak bu tavırlarını önümüzdeki süreçte nereye kadar götürebileceği, büyük ölçüde muhalefetin tavrına ve direnme gücüne de bağlı olacaktır. 

Öyle, ‘oyuna gelmeme’ adına takınılan sinik ve teslimiyetçi tavırların sonuçlarının nelere mal olduğu, dokunulmazlıkların kaldırılmasından 15 temmuz ertesinde yaşananlara kadar pek çok örneğinden anlaşılmış olmalıdır. Açıklanan çözüm önerileri de uluslararası sermayeye güven telkin etmeyi de gözeten bir ekonomik restorasyonla parlamenter sisteme dönüşle sınırlı bir siyasi restorasyon çerçevesinde gerçekleşti. 

Başta CHP olmak üzere muhalefet blokunun en önemli sorunu iktidar karşısında tek adam rejimini sonlandırarak yeniden kuvvetler ayrılığı ve parlamenter rejime dönüşün ötesine geçen bütüncül bir programa sahip olmayışı olarak görülüyor.  Mevcut bileşimi göz önüne alındığında sınırları da, olumlu ve olumsuz özellikleri de… 

Bu yüzden fazla bir etkisi olmayacağı belli eleştiriler yöneltmekle uğraşmak yerine bütün dünyada çöken neo liberal kapitalist sitem karşısında bir kez daha doğrulanmış sosyalist değerler temelindeki sosyalist solun kendi işine bakması daha doğru olacaktır.      

SOLUN YOLU

Mevcut koşullar altında sosyalist solun birbirinden ayrı düşünülmemesi gereken ikili bir görevle yüz yüze olduğunun altının bir kere daha çizilmesi gerekiyor.

Bugün kuşkusuz, ülkemizi nasıl bir felakete sürüklediği görülen bu örgütlü kötülük rejimine karşı mücadele etmek, üzerinden atlanılmaz bir görev olarak önümüzde duruyor. Emekçi sınıflar başta olmak üzere geniş halk kesimlerinin, gençlerin ve kadınların da, ilerici aydınların da en önemli meselesi bu. 

Ancak bu mesele, sosyalist solun bu günkü mevcut düzenden radikal bir kopuşa yönelik kendi devrimci programı doğrultusunda örgütlenmesini ve mücadelesini ertelemesi neden olmamalıdır. 

Türkiye, AKP iktidarı öncesinde de, hem demokratikleşme açısından hem de ekonomik ve sosyal sorunlar bakımdan çözümü devrim niteliğindeki değişimleri gerektiren bir ülkeydi. AKP iktidarı döneminde cumhuriyetin laiklik ve hukuk devleti ilkeleriyle kuvvetler ayrılığına dayanan, parlamenter sistem gibi, mevcut kazanımların olduğu kadarının da ortadan kaldırıldığı ve İslamcı rejimin düzenin bütün hücrelerine nüfuz ettiği bir karşı devrim süreci yaşanmıştır.  

Bu nedenle bugün Türkiye sadece tek adam rejiminin kaldırılarak güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişin ötesinde, başta sağlık ve eğitim alanlarında yaşanan ticarileştirme ve dinselleştirme olmak üzere talan edilen bütün kamusal değerlerin geri alınması gibi, ancak devrimci bir sol anlayış temelindeki mücadeleyle yerine getirilecek sorunlarla karşı karşıyadır. 

O yüzden İslamcı rejimden kopuşa karşı mücadele görevleriyle birlikte sosyalist solun düzene karşı kendi devrimci programı doğrultusunda örgütlenerek, seçim platformları da dahil olmak üzere hayatın her alanındaki mücadelenin geliştirmesi, bu gün eskiye göre daha da vazgeçilmez bir görev haline gelmiştir. 

Bu gün ülkemizde geçmiş devrimci geleneklerden gelen, ilerici devrimci sosyalist düşünceleri benimseyen pek çok insan  rejime karşı yürütülen muhalefet blokunu zayıflatabileceği gibi düşünceler ya da başka nedenlerle devrimci bir politik örgütlenmeden uzak kalmaktadır. Oysa, güçlü doğru bir devrimci politika muhalefetin sağ liberal çizgiye kaymasına karşı da gericiliğe karşı mücadeleyi güçlendirir; bu nedenle bir demokrasi mücadelesi olan tek adam rejimine karşı mücadelenin doğru bir şekilde yürütülerek başarıya ulaşabilmesi için de bir gerekliliktir. 

Aksi takdirde salgın nedeniyle daha da büyük bir açlık, yoksulluk ve işsizliğe,  çaresizliğe sürüklenen, düzene karşı büyük bir tepki içindeki milyonlarca insan sağ faşist politikacılara terkedilmiş olur.

Yanıtla